.

.
özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin
özlem, gidip görememendir;
ama gidip görmek istemen
özlediğin, gidip görmek istediğin
ama gidip göremediğin
özlem, gidip görmek istemen
ama, gidememen, görememen; gene de, istemen

Oruç Aruoba

KENTLER... ANLAR... ANILAR...


Paris'te bir kilise. Acaba Notre Dame mi? Yok yok size sormuyorum. Kendime soruyorum. Öyle yorgundum ki Paris'ten döndükten sonra oradaki ayrıntıları hatırlamakata güçlük çekiyorum. Bu kilise de onlardan biri!Son zamanlarda o kadar çok ihtişamlı yer ve mekan gördüm ki hatırlamakta zorlanıyorum. Ayrıca Paris gibi bir kent için üç gün nedir ki? Ama şunu söyleyebiliririm Roma'daki kiliseler Paris'tekileri döver. Eğer bu kilise Notre Dame ise beni bilgilendirmekten kaçınmayın. Notre Dame Kilisesi ile ilgili hatırladıklarım; ihtişamı, yer yer kiç'liğe ulaşan süslemeleri. Ama her şeye rağmen etkileyiciliği!


Bu kilisenin Notre Dame Kilisesi olduğunu duyurmak isterim. Yukarıdaki kilisenin hangi kilise olduğuna dair arayışımı sürdürüyorum. Haberiniz ola! Bu arada Notre Dame kilisenin Paris'teki tek klasik gotik örneği olduğunu söylemeliyim. Yaptığım araştırmalardan edindiğim bir kaç bilgiyi paylaşmanın da insanlık görevi olduğunu biliyor ve devam ediyorum. Gotik usulü yapılan binaların giriş kapılarına gündelik hayata ilişkin ya da insanlık tarihini ele alan heykeller konurmuş.Süslemecilikte tema olarak kır hayatı ele alınırmış. İyi de bana biraz fazla süsülü geldi!

Notre Damne Kilisesinin fotografını tamamlamak isteğimden olsa gerek bir kesit daha koyma ihtiyacı hissettim.
Gerisini siz canlandırın kafanızda. Canlandırmak için bir ip ucu ben verdim, gerisi size kalmış!



Montparnasse dünyanın her tarafından gelen şair,yazar, ressam ve heykeltraşlar sayesinde yaratıcı bir atmosfere sahip. Böylece turistler için ille de görülmesi gerekenlerin arasında yerini almış Montparnass.Ben çok sevmiştim. Etrafında resim, afiş ve kartpostal satan dükkanlar, en şıkından en salaşına cafe ve restorantlar var.O restorantlardan birinde oturduk. Küçücük bir mekan. Ama nasıl özgün. Ancak yediğim şeyin benim damak tadıma uygun olmadığını söylemek isterim. Snopluğun sonu bu dercesine yemeğin sonunda aç kaldım. Ne mi yedim? "Moule a frites" kısacası şarapla pişirilmiş koca bir tencere midye. Gördüğüm zaman miktarı sevindirmişti ama. Daha sonra arkadaşlarımın tabaklarında gözümün kaldığını söylemeliyim. Neyse diyerek devam edeyim. Meydanın hemen arkasında ise meşhur "Amelie" filminin çekildiği merdivenler ve Sacre Cour (nasıl yazılır ki!) adlı kilise var. Bembeyez bir kilise.Kapalı olduğu için içini gezemedik. Merdivenlerine oturarak Paris'i seyrettik. O gün Eyfel kulesinin Paris'e gece daha çok yakıştığına karar verdim. Bu konudaki engin bilgimden yararlanmanızı istediğim için bu kısacık bilgiyi de vermek istedim!!! Keşke bir kez daha gidebilme şansım olsa! Ancak Paris ihtişamı ve zarafeti ile insanı etkileyen bir şehir. Ancak Fransızlar için ne söylemek gerekir bilemiyorum.Fransızlarla ilgili bir kaç günlük Paris deneyiminden sonra bişeyler yazmak haksızlık olur. Ama sempatik ve yardımsever olduklarını söylemek zor gibi bence..


Paris'te Ayşen'le buluştum. O benim rehberimdi. Keyifli keyifli gezdik onunla. Meşhur Fransız cafelerinde soluklanarak Paris'in ihtişamını içimize sindirmeye çalıştık.


Paris'te ilk günüm. Nisan ayında hava inanılmaz sıcaktı.



Paris'te tekne gezisinde çektiğim bir fotograftı. Biraz ürkek ama onun fotografını çekmemden dolayı da hoşnut. Seinne nehri üzerinde tekneler şehir içinde çalışan tur otobüsleri gibi.. Hop iniyorsun hop biniyorsun! Gayet keyifliydi.

Ne yazılır ki bu fotografın altına.Bu demir yığının Paris'e yakışmadığını düşünmüşümdür hep. Oraya gittiğim zaman bu fikrim değişti. Ama gece Paris'e daha çok yakıştığını düşünüyorum.


Her şehrin hediyelik eşya satan dükkanları farklı. Paris'tekiler en güzeliydi benim için. Çünkü bu dükkanlar adeta şehrin kimliğini ortaya çıkarıyordu. Paris'te bu dükkanlarda afiş,resim, kartpostallar satılıyordu. Çok ama çok sevmiştim. Köprülerin şık bir gerdanlık gibi süslediği Paris'te bu tezgahlar köprülerin üstünde yanyana dizilmişlerdi. Fransız chansone'larını dinleyerek saatlere vakit geçirilebilir bu tezgahların başında.


Brugge, tamamen korunmuş ortaçağ mimarisi ile bir masal kent.Gerçek olduğuna inanması zor.Çukulata tadında bir kent.Bu arada dantellerini de anmak lazım.


Gent, Belçika'nın Flaman bölgesinin şehirlerinden biri.Antwerpen'den 40 dakikalık bir araba yolculuğu ile ulaştık oraya. Yürüyerek dolaştık Gent'i. Güzel bir yer olarak kalmış aklımda. Özellikle kanalların olduğu bölgeyi daha güzel hatırlıyorum. Meydanından aklımdan kalan pek bişey yok. Çiğdem ve Serhan'a bahane ile selam göndereyim. Zira onlar olmasaydı bu kadar hızlı ve etkili Belçika turu olmazdı.



Çiğdem, Serhan ve ben. Antwerpen'de türk gecesi. Antwerpen, Brükselden yaklaşık bir saat uzaklıkta bir yer. Bir çok sanatçının yolunun düştüğü Belçika'nın en büyük şehirlerinden biri. Çiğdem'le Serhan'nın evlerinde üç gün kaldım. Dolu dolu, keyifli bir üç gün.


Bir şehre kanallar bu kadar mı Yakışır?

Çiğdem ve Ben. Antwerpen'den Utrecht'e gidecek otobüsü bekliyoruz beraber. Otobüsün gelmeyeceğini düşündüğümüz anda otobüs geldi. Bu yolculuğun en güzel yanlarından biri bir kaç saat'lik bir otobüs yolculuğundan sonra başka bir ülke'ye gitmekti.




Amsterdam sıcak bir şehir.İnanılmaz sayıda bisiklet var. Amsterdam'da ilginç çok mekan var.Bunlardan biri"Red Light Street" Şaşırtıcı ve tuhaf. Biz gece gittiğimiz için orada fotograf çekme şansım olmadı. Herkes çoluk çocuk orayı ziyarete gidiyor. Alış veriş şart değil. Onları öyle görmek iç burkucuydu. Hani kasap vitrinindeki popoları boyanmış koyunlar gibi geldi bana. Bu güzel fotografı Güzin çekti. Ben Güzin değil.Arkadaşım Güzin. Aslında bu geziler bana beni keşfettirdi.Hani bana benden yakın içimde olan Güzin'i!


Cafeshopların keyfi yadsınamaz Amsterdam'da. Çekinerek söylemiştim hani hoş olan sigaralardan içme isteğimi. Oradaki sorumlu o kadar sempatikdi ki (belli ki benim gibi tiplere çok alışkındı) Bana çeşitli seçenekler sundu. Gördüğünüz gibi birini deniyorum. Nasıldı? Eseri miktarda hoşluk. Amsterdam'da istemediğiniz kadar duman çeşidi var. Duman istemiyorsanız dumanlı kek verelim size! Seçenek sonsuz. Siz yeter ki o kısa sarhoşluğun içinde kaybolmayı isteyin.


Çok soğuk bir gündü. Hava kararmak üzereydi. Şehir öyle güzeldi ki dışarıda biramızı yudumlamaktan kendimizi alamamıştık. Çok keyifliydi.




Rembrandt Müzesi. Bu müzeye gidemedik. Biz diyorum. Güzin'le buluştum Amsterdam'da. Rembrandt ve Caravaggio resimlerini Van Gogh müzesinde izledik. Çünkü Rembrandt müzesinde tadilat vardı. Güzin müze binasını çekmiş. Güzel bir cadde üzerindeydi o.


Utrecht, üniversite şehri. Accık Cambridge esintili..Ayşen'in öğrenci evinde kaldım. Amsterdam'dan trenle yaklaşık yirmi dakika. Yine bir kanal şehri. Belki Amsterdam'dan daha sempatik bulduğum bir yer! Hani lezzetli küçük bir pasta gibi hiç bitmesini istemediğiniz, tadı damağınızda kalan. Hep özlenecek bir tat!

Amsterdam'da kanalların etrafına dizilmiş evler adeta iki boyutlu görünüyordu. Bir film platosundaki arkası olmayan evler gibi. Bu evlerde yaşamanın çok ta iç açıcı olmadığı söylendi. Ben dışarıdan bakıyordum. Onun için şanslıydım. Çok zarif ve çok sempatiklerdi. Aslında her ülkenin kendine ait bir mimarisi olduğu gibi her şehrin de var. Bu bizim ülkemiz için çok ama çok özlediğim bir durum.


Amsterdam. Şehrin merkezinde yanyana çok sayıda çiçekçi var. Onlardan bir tanesi.


Dublin'in çevresi gerçekten çok güzel. Burası Wicklow denen bölge. Bir de yağmur göz açtırsaydı. Yağmur fil duşundan akan tazyikli suyu andırıyordu.

O ne yağmurdu! Dublin'e bir saat mesafede Wicklow. Karadeniz gibi. İnanılmaz yağış vardı.Ve tur otobüslerinin içinde çadır misali şemsiyeler var.Bu da turun hizmeti.

Dublin'de geçirdiğim üç gün boyunca yağmur hiç durmadı. Bu fotograf yağmurun kesildiği nadir anlardan birinde çekildi. Dublin küçük bir şehir, gezmesi kolay. Tekrar gitmeyi isteyebileceğimi sanmıyorum. Kendine ait havası olmayan, adeta kötü bir Londra taklidi!


Dublin'in çok yaygın olmayan sokak müzisyenleri

Dublin'de kaldığım hostel, temiz, ve şıktı. İtfaiye binalarını andırıyordu. Dublin'de hoşuma giden şeylerden biri hostellerin hepsinin aynı bölgede toplanması ve şehir merkezine yürüme mesafesinde olmalarıydı. Gece ikide adeta öğlen saatinde dolaşıyormuş gibi yürüyerek hostele gidiyordum. Aslında şehir ne kadar güvenliydi bilmiyorum ama. Sarhoşu çok bir şehir. Dublinliler "Dublin'in bu karanlık havasında içmekten başka yapacak bişey yok" diyorlardı. Her adım başı gördğüm sarhoşlara rağmen şehirde çok geç saatlerde tek başıma dolanıyordum. Güvenli bir şehir demezsem haksızlık olur sanırım.Orda kalmaktan hoşnut olmuştum. Bir de ıslak ayakkabılarımı kurutabilseydim!

"Temple Bar" adı verilen bu bölge turistler için en çekici bölglerden biri. Dublin'in merkezinde yer alan bu bölge aynı zamanda Dublin'in kültürel merkezi ve ortaçağdan kalma mimarisi ile de ilgi çekici. Adını Temple ailesinden aldığı söylenir. Geçmişten bugüne kadar çok tartışılan bir bölge olmuş. Şimdi koruma altında. Bu bölge aynı zamanda Dublin'in canlı gece yaşantısının da olduğu yer.


Oxford, üniversite şehri, çok sempatik, çok güzel.


Shakespeare'in doğduğu şehir, Straford Upon Avon


Oxford, uygar bir kent olduğu her halinden belli. Bisiklet cenneti.Yaşanılası, kalınası, özlenesi..Aklım orada kaldı.

Londra'da büyük parklarda sürekli festivaller düzenleniyor.Bu park etkinlikleri bence londra'yı farklı kılan özelliklerden biri. Konserler, çeşitli ülke festivalleri (Race festivali..) çok eğlenceli ve keyifli ayrıca kültürleri tanımak için de fırsat. Bu fotograf Hint Festivalinde çekildi. Güçlü kuvvetli teyze nerdeyse balta denecek aletle hindistan cevizi kesiyor. Kocaman şeyin içinden biraz şekerli su ve bunun yanısıra hindistan cevizinin yapıldığı ince beyaz bir tabaka çıkıyor. Benim için tadı cazip değildi. Özellikle Hintliler ağızlarını şapırdatarak yiyorlardı. Gelelim Hint Festivaline. İki kez gittim bu festivale. Hindistan'a gitme isteğimin tamamen kaybolduğunu söyleyebilirim.


Johanna (mor giysili), onun oğlu,ben ve adnı şimdi hatırlayamadığım arkadaşım. Onlarla "Speaker Klüp" te tanıştım.İngilizcemi geliştirmek üzere gittiğim klüpte benden başka herkes ingilizdi. Bunun nedenini anlamakta gecikmedim. Çünkü bu kurs topluluk önünde konuşma kursuymuş. Bir sürü komik şey yaşadım. Ve onlar benim arkadaşlarım oldu. Her zama beni çok desteklediler. Sınıf birincisi bile oldum! Johanna ile çok vakit geçirdik Londra'da. O bana İngiliz yaşamınının öbür yüzünü göstereceğini söyledi. Bir sürü etkinliğe gittik beraber. Hani biraz aristokrat bulaşığı yaşam biçiminin devamı gibi gözüken...Onunla vakit geçirmek çok hoşdu.




Jill,Telly ve ben. Jill'lerin Hamptoncourt'taki güzel evlerinin bahçesinde.


Jill ve bendeniz.Londra'nın güneyinde Surrey bölgesi. İnanılmaz güzellikte!

Venedik'te şansım olmamıştı Gondola binmek için. Gondolcuyu ikna edememiştim cazibemle! Fakat masal şehir Cambridge'de kanoya bindim. Yunan çocuklarla anlaşıp ucuza getirmeseydim böyle bir zevkten mahrum olacaktım.

Portebello Street.Çok sevdiğim mekanlardan biri. Antika Pazarı. Orada ciddi bir reggie esintisi var. Alış veriş yaparken farkında olmadan vücudunuz müziğin büyüsüne kapılabilir. Elbette reggienin dışında farklı tarzda kaliteli müzik dinleme şansına da sahipsiniz.İşte onlardan biri. Bırakıp gitmek zordu benim için.


Greenwhich, sevimli sempatik bir yer. Hafta sonları gitmek için ideal. Çeşitli pazarlar kuruluyor. Bunun yanısıra sokak gösterileri oluyor. Ayrıca meşhur Greenwhich Parkının olduğu yer. Hani 0 meridyenin geçtiği park!

Camden Town, her vakit bulduğumda kaçtığım, dünyanın her tarafından aklınıza gelebilecek herşeyin olduğu bir yer.

Raksha,Rus sevgilisi ve ben. Londra'nın kuzeyindeki Time Out ta bile konu olmuş türk lokantası. Yediğim pide çok lezzetliydi ama, Türkiye'dekinin neredeyse beş katı fiatına yemek hazımsızlık yapan kısmıydı. Lokantanın adı "19 numara Boş Çrrık". Adının üzerinde durmayın. Adı bir iddia üzerine konmuş.

Oxford'da kaldığımız hostel. Raksha ile birlikte gitmiştik.


Londra'da en sevdiğim mekanlardan biri Camden Town. Büyük bir dünya pazarı. Ben orada kaybolmayı çok seviyordum. Burası da oradaki orjinal binalardan biri

Bu bir araba tamirhanesi Kingston'da. Estetiğin böylesi! Türkiye'dekilerle karşılaştırıldığında inanması zor!

Shakespeare's Globe. Kendine özgü mimarisi olan yaz sezonu boyunca açık olan bir tiyatro. Orjinaline uygun olarak inşa edilmiş, "Shakespeare in Love adlı filmin çekildiği yer.Ortada ayakta durarak da oyunu izlemek mümkün. Bu şekilde bilet daha ucuz. Bu bilet "Yard Standing" olarak tanımlanıyor.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

ilk resim viyana'daki St. Stephen's Katedrali :)
ayça

Aşçı Fok dedi ki...

Seninle gezdim yine... Ama özlemişim Paris'i. Burnumun direğini sızlattın Güzin'im. Ellerine ayaklarına sağlık...